Herkese merhabalar.
Bugün sizlere farklı bir sendromdan bahsedeceğim. İsmi ördek sendromu. Aslında hepimizin hayatında yer alan ancak ismini yeni duymuş olduğumuz bir sendrom olabilir bu. Sosyal medya kullanımının artışıyla birlikte daha fazla kişiyi içine çeken bu sendrom, çevremizdeki herkesin mutlu olduğu anlarını paylaşmasıyla birlikte, bakan diğer kişilerin mutluluğunu sorgulamaya iten bir sendromdur.
Başta biz olmak üzere ağlarken ya da kendimizi kötü hissettiğimizde instagrama fotoğraf ya da hikaye atmayı düşünmeyiz. Genellikle arkadaşlarımızla buluştuğumuzda, bir iş başardığımızda, geziye gittiğimizde vs. gibi durumların fotoğraflarını paylaşmaya çalışırız. Çünkü diğer kişilerin davranışlarını taklit ederiz. Hayatımıza giren bu uygulamalar bizi mutluluk savaşlarına itti ve uzun süre biz bu durumu ispatlayan nitelikte bir fotoğraf paylaşamazsak, mutlu olup olmadığımızı sorgulamaya başlarız. İşte bu durum ördek sendromuna bir örnektir.

Neden ördek sendromu denmiş peki?
Ördeklerin suyun üzerinde yüzerken hiçbir şey yokmuş gibi yüzüp aslında dengede kalmak için suyun altında sürekli ayaklarını çırptığı bilindiği için ördek sendromu ismi konulmuştur. Sosyal medyanın da hayatımızdaki yeri aynı bu şekilde. Sosyal medyadaki hayatımızda biz, buz dağının görünen yüzünü paylaşırken görünmeyen yüzünde aslında çok farklı bir durum yaşıyor olabiliriz. Çok mutsuz hissediyorken gülümsediğimiz bir fotoğrafı paylaşmak sanal hayatta belki mutlu hissettirebilir ancak gerçeği değiştirmez.


Bu sendrom bana Black Mirror’ın 3. Sezon ilk bölümünü(Dibe Vuruş) hatırlattı. İzleyebilirsiniz 🙂
Düşünün. Siz ve arkadaşlarınız bir kafeye gittiniz ve kahve söylediniz. O kahveyi türlü sunumlarla getirdiler ve içmeden önce fotoğrafını çekip sosyal medyada paylaştınız. Ancak bir yudum aldığınızda hiç beğenmeseniz de o fotoğrafı hesabınızdan silmediniz. Bu 1. örnek. 2. örnek ise şu. Bir yeri keşfetmeye gittiğinizde –bu başka bir şehir de olabilir, şehrinizdeki müzeler, tarihi yerler, tabiat alanları olabilir- ilk yaptığınız ya da yanınızdakilerin yaptıkları fotoğraf çekinmek ya da etrafın fotoğrafını çekip paylaşmak oluyor. Oradaki kısıtlı süreyi çektiğiniz fotoğraflara bakmakla geçiriyorsunuz, hatta bazen de o fotoğrafları beğenmeyip yüzlercesini daha çekmeye çalışıyorsunuz. Belki bu noktada anılara somutluk kazandırmaya çalışıyoruz diyebilirsiniz ama bir noktadan sonra bu durum başka bir amaca hizmet ediyor gibi göründüğü için geçerli bir sebep olmuyor bence. Düşünelim. Ne anları kaçırıyoruz kendimizi başkalarına kanıtlayacağız diye. Mutluysan mutlusun işte. Başkasına neden kanıtlama ihtiyacı duyuyoruz ki?
Belki de bu durum, içinde bulunduğumuz sosyal medyanın bize kazandırdığı bir davranıştır. Normalde böyle bir his yokken içimizde sosyal medyayla birlikte kazanmışızdır. Uzun bir süre paylaşım yapamayan bizler, ilk fırsatta bir şey paylaşmak için can atan bir kişi haline dönüşmedik mi zaten?

Anlar önemlidir ve bir daha asla aynısı yaşanmaz. Kendimizi kanıtlamak için kaç andan vazgeçtiğimizi düşünürsek, belki bu çabayı yok etmesek bile minimize edebiliriz. İçinde bulunduğumuz şu dünyada elbette gösterdiği gibi mutlu olan insanlar olacağı gibi, gösterdiği kadar mutlu olmayan insanlar da var. Mutluluk bir yarış değil, başkasına kanıtlayabileceğimiz bir his de değil. O nedenle, sadece kendi anınızda mutlu kalmaya çalışın. Başkalarının değil.
Sevgilerimle…
Leave a Reply