Zihnimden Notlar 8 – Beklemek

Beklemek; sonuca gidecek olan yolda bizi sabırsız bir durağa sabitleyen, dakikaların aslında ne kadar uzun olduğunu bize hatırlatan bir eylem. Bekletmek ise, olaydan etkilenmeyeceğimizi sandığımız, hareketlerimizin sonuçları nedeniyle oluşan bir eylem. Bekleme eylemini gerçekleştirirken yaşayabileceğimiz her duyguyu yaşıyoruz ve en sonunda öfke ile karşılıyor bizleri o eylemin sonuçları. Ancak bekletirken endişe dışında herhangi farklı bir duyguyla karşılaşmıyoruz. Çünkü yine etkilenmeyeceğimizi düşünüyoruz. Peki ya neden?

Cümlelerimizde beklemek ve bekletmenin genel anlamlarından bahsettik ancak bu şekilde herkeste farklı örnek oluşmuş, soruların cevapları da değişmiş olabilir. Gelin, örnek verelim bu konuda düşündüklerimize dair. Örneğin; arkadaşınızla, ailenizle buluşmak için bir saat belirlediniz. Belirlediğiniz bu saatte siz geldiniz ama etrafta onlardan eser yok. Arıyorsunuz 5 dakikaya geleceğim diyor ama 5 dakika sonra gelen yok. 5 dakika yerini 10 dakikaya, 10 dakika 20 dakikaya bırakıyor. Of, pufların ve çeşitli sızlanmaların bu bölümde arttığını kolaylıkla söyleyebiliriz. Kendinizi dengeleyebiliyorsanız, bu duygu karmaşası öfkeye dönüşmez ama memnun olmayacağınız bir noktaya dönüşeceği kesin. Yine aynı örnekte arayan değil aranılan kişisiniz. Bu noktada tek endişeniz arkadaşınızı bekletmek olacaktır.

Konu böyleyken çok basit ama örneği bir de hayatımıza çevirsek?

Yaşarken hep bir şeyi bekliyoruz. Çalışıyoruz, sonucunu bekliyoruz ne kadar bekleyeceğimizi bilmeden. – Eğer bu sonuç için beklenecek zamanı bilen biriyseniz çok da şanslısınız demektir- Yapıyoruz, olmasını bekliyoruz. Belki de umuyoruz. Umutlar da bekleme tomurcuklarıyla cevap veriyor bizlere.  Peki, hayatımızda beklettiğimiz şeyler neler?

Cevap veriyorum.

Hayatımız.

Onu hep bekletiyoruz. Bir şeyler onunla aramıza giriyor. Zaman zaman dersler, insanlar, hayır diyemediğimiz sorular, bitmeyen işler, mesailer… Ne istediğimizi bilemeden, soramadan geçip gidiyor zamanımız. Ya da erteliyoruz. Şu işler bitsin, rahatlayayım öyle yaparım onları da, çok yoruldum, dinleneyim ondan sonra planını yaparım vs.

Bir şekilde kendimize geç kala kala beklettiğimizin bile farkına varamıyoruz. Geçip giden zamanın kıymetini ölçemediğimiz gibi gelecek zamanın da harcanan kıymetlere dönüşmesini neredeyse keyifle izliyoruz. Çözümümüz yok, alternatifimiz yok, farkındalığımız bile yok. Günü, belli başlı işleri bitirmenin verdiği o cılız keyfin içine teslim ederek bitiriyoruz. Memnuniyeti derecelendir dersek o da bizdeki tanımla içgüveysinden hallice bir durumda sırıtıyor bize karşıdan. Biz de o samimiyetsiz sırıtışı alıp yüzümüze kopyalıyoruz gerçek neşemizi bulmayı umarak. Gerçek neşe ne? Onu bile tanımlayamıyoruz. Bizim artık neşe tanımımız çok değişken. Instagramda ortak paydada buluşan hikayeleri paylaşabiliyorsak mutluyuzdur, paylaşamıyorsak düzenimize laf eder, sorgular ama “aksiyon” alamıyoruzdur.

Her şeye son canıyla güç bulan kendimizin, kendimizi anlamaya zamanı yok. Listenin en sonuna yer verdiğimizde kendimize, toplumun bizi getirmek istediği noktaya ilerler, herkesin doğrusunu doğru kabul eder, yanlışını yanlış biliriz. Kendi doğrularımız o kadar az kalır ki zamanla onları da kaybederiz. En sonunda da kendimizi.

Şimdi cevaplama sırası sizde:  

Kendimizi bulmak için beklemeye gerek var mı?

Sevgilerimle…

Leave a comment