Konuş(a)mayan Labirentler

Konuşulamayan çok şey, çok his var. Anlatmak istediğimiz, içeride bizi delip geçen ama bir türlü sözcüklere dökülemeyen… Dökülse ne olacak bilemediğimiz ama dökmek için de en küçük bir anı kollayıp durduğumuz… O anlar gelmez. Geldiği anda anlatmak istemediğimiz, anlatmak için kendimizi hazır hissettiğimizde ise kimseyi bulamadığımız.

Anlatacak çok şey var. Ama anlatmak için kimse yok yanımızda. Kursağımızda biriken kelimeler, tıkadı bizi. Şimdi de konuşmaya korkar olduk. Konuşabilsek eski kelimeleri de dökeriz diye korkuyoruz. Bir anlatabilsek, önümüzde oluşan her engeli tek bir hareketimizle yıkacağız sanki. Öfke mi bu duygu yoksa zamansızlığa karşı gösterdiğimiz bir başkaldırı mı?

Bizim başımıza gelen iyi ya da kötü her şey anlatılamayan, konuşulamayan sözlerin sonucudur. Anlatabilenler şanslıdır, geride bir pişmanlık bırakmazlar. Tabi, anlattıkları öfkeyle dökülen kelimeleri değilse. Bir hışımla diye tabir edilen bu anlık duygu patlamasının sonuçları, anlatamayanların durumundan daha acı bir sonuç yaratır hem kendisine hem de karşısındakine. Öfkeyle farklı bir yöne savrulan konuşulanlar mı daha fazla yük yaratır, yoksa konuşulamayanlar mı? Bu soruların cevapları her kişi için farklı bir yol oluşturabilir. Her ne pahasına olursa olsun, konuşamamanın verdiği yükü bir şekilde üzerinden atabilmen başka bir rahatlık verir. Ancak konuştuktan sonra karşındakini yaralamak ise bambaşka bir sorumluluğun pişmanlığını doğurur. Orası labirent seviyesidir. Her adımın başka bir çıkmaza da sürükleyebilir seni, 2-3 çıkmazdan sonra çıkışa yönlenmeni de sağlayabilir. Ancak her çıkmazda oluşan acıların açtığı yaralar, bundan sonraki her konuşmada daha da derinleşecektir. Kapanması mümkün görünen yaralar bile en derinimizde içimizi sızlatacak, belki de yeni bir labirent seviyesine geçmemiz bu sızıdan kaynaklanacaktır.

Konuşulamayanı yaşamak ise içimizde yeni kuruntuların oluşmasına neden olacaktır.

Söylesem ne olurdu?

Böyle derdi belki.

Ya demeseydi?

Ya istediğim şekilde sonuçlansaydı?

Şuan bambaşka bir hayata sahip olabilirdim.

Yok yok, iyi ki bir şey demedim.

Dese miydim acaba?

Tepkisini kestiremedim ki.

Her şey bambaşka olabilirdi.

Şimdi söylesem ne olur?

Kızar mı ki?

Neden şimdi söyledin derse ne derim?

Boş ver. En iyisi bir şey dememek.

Böylesi daha iyi.

En doğrusunu yaptım.

….

En sonunda vicdanı rahatlatmaya gider bu mevzu. Rahatlatmayı başarsan bile, içini bir yerde kemirir durur. Sorular bitmez, sonuçlar ise tamamen hayal ürünü olarak kalır.

İnsan, konuşmayı ya da konuşamamayı seçse de, sonunda kendisinin en az yara alacağı duygu ile devam etmek ister. Konuşurken olay anında farklı bir yere gitse de sonuç, bu olayla ilgili bir sonraki davranışını karakteri belirleyecektir. Kişi çekingense, adım atmak çok zor olacak kafasındaki soru dalgası hiç bitmeyecektir. Adım atmayı sevmeyen biriyse, gururunu çiğnemek istemeyecek, belki de yıllarca onu içinde sürdürecektir. Her ne olursa olsun vicdani boşluğu kapatmak isteyen biriyse, sonucu düşünmeden harekete geçecektir. Sonuçlarına da katlanmayı kabul ederek ilerleyecektir.

Konuşmak, konuşmamak ya da konuşamamak. Hepsi bir seçimin sonucunda oluşmuş eylemlerdir. Seçimler; karakterlerimizi, yaşamamızı, geleceğimizi kısacası bizimle alakalı olan her durumu etkileyen ana kriterdir. Ama biz anda kaybolurken bunları fark edemeyiz. Labirentteki bir sonraki durağımızı, çıkışımızı ya da kayboluşumuzu işte hep bu kritere bağlıyızdır. Çıkışı bulabilmek dileğiyle…

Advertisement

Leave a Reply

Fill in your details below or click an icon to log in:

WordPress.com Logo

You are commenting using your WordPress.com account. Log Out /  Change )

Facebook photo

You are commenting using your Facebook account. Log Out /  Change )

Connecting to %s

%d bloggers like this: